Ahmed Kamil AKDİK

Elbette, Hattat Ahmed Kâmil Akdik hakkındaki kapsamlı bilgileri içeren ve talep ettiğiniz gibi geniş tutulmuş biyografiyi aşağıda bulabilirsiniz:
Ahmed Kâmil AKDİK (Reîsü’l-Hattâtîn) (1861 – 1941)
Türk hat sanatının 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki en önemli temsilcilerinden biri olan Ahmed Kâmil Akdik, eserleriyle sanat tarihinde derin izler bırakmış ve hattatlık mesleğinde ulaştığı zirve nedeniyle kendisine son kez tevcih edilen “Reîsü’l-Hattâtîn” (Hattatların Reisi) unvanıyla onurlandırılmış müstesna bir şahsiyettir. Kökenleri Gümüşhane Merkez Mescitli köyüne dayanan Akdik, babasının mesleği nedeniyle İstanbul’da dünyaya gelmiş ve sanatını burada icra etmiştir.
29 Kasım 1861 tarihinde İstanbul Fındıklı’da, sonradan yanmış olan küçük bir evde doğdu. Babası, Tersâne-i Âmire Erzak Anbarı Başkâtibi Hacı Süleyman Efendi idi. İlköğrenimini Zeyrek Çukurçeşme’deki Sâliha Sultan Sıbyan Mektebi’nde gördü ve burada yazı hocası Süleyman Efendi’den ilk hat meşklerini aldı. Fâtih Rüşdiyesini bitirmesinin ardından, 1880 yılında Dahiliye Muhasebesi’ne memur olarak girdi.
Memuriyeti devam ederken hat sanatına olan ilgisini ve yeteneğini geliştirmek üzere, devrinin en büyük hat üstatlarından Sâmi Efendi’ye (1837-1912) dört yıl boyunca devam etti. Bu süreç sonunda, 1884 yılında Sâmi Efendi’den sülüs ve nesih yazılarından icâzet aldı; bu icâzetnâme, dönemin bir diğer önemli hattatı Şevki Efendi tarafından da tasdik edildi. Hocası Sâmi Efendi’nin isteği üzerine bir dönem Kâmil mahlasını Hâşim’e çevirdi ve 1887-1890 yılları arasındaki bazı eserlerinde Ahmed Hâşim imzasını kullandı. Ancak daha sonra tekrar Ahmed Kâmil ve Kâmil mahlaslarına dönerek bu isimlerle tanındı ve ünlendi.
1879’da tanıştığı hocası Sâmi Efendi ile ilişkisi, Akdik için bir öğrencilik döneminin çok ötesine geçti. Ustasıyla olan ve kendisi için son derece feyizli geçen bu yakın çalışma ve dostluk, aralıksız olarak 1901 yılına kadar, tam 22 yıl sürdü. Kâmil Akdik, bu süre zarfında her hafta düzenli olarak üç dört kez hocasının evine gider, her defasında yanında saatlerce kalırdı. Sâmi Efendi, talebesi Kâmil Akdik’in istidadına (yetenek) büyük bir hayranlık ve hürmet duyardı. Aralarındaki bu derin bağ, zamanla adeta bir baba-evlat muhabbetine dönüşmüştü. Akdik, kimi zaman hocasının verdiği meşkler üzerinde çalışır, kimi zaman da eski büyük üstatların eserlerini inceleyerek yaptığı çalışmaları hocasının tenkit ve tashihine sunardı. Başlangıçta hocasını dikkatle dinleyen Akdik, yıllar geçtikçe eleştirilere karşılık vermeye başlamış, nihayetinde bu dersler ikisinin karşılıklı tartışarak sanatın inceliklerini tahlil ettiği bir araştırma ortamına dönüşmüştür. Sâmi Efendi’nin yetiştirdiği diğer önemli talebeler arasında Nazif Bey, Tuğrakeş Hakkı, Ferid Bey, Hulûsî, Hasan Rıza, Aziz Ömer Vasfi ve Necmeddin Okyay gibi isimler de bulunmaktadır.
Yazıdaki kabiliyeti ve başarısı sayesinde 1894 yılında Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi‘ne tayin edildi. Burada hocası Sâmi Efendi’den dîvânî, celî-dîvânî yazılarını ve tuğra çekmeyi öğrenerek ertesi yıl (1895) nâme-nüvisliğe getirildi. Nâme-nüvisler, Osmanlı padişahlarının yabancı devlet başkanlarına, Kırım hanlarına ve Mekke şeriflerine yazdıkları resmi mektupları kaleme almakla görevli seçkin kâtiplerdi. Üstadı Sâmi Efendi 1909’da emekli olunca, onun yerine Nişân-ı Hümâyûn Kalemi Mümeyyizliği‘ne (İmparatorluk Nişanı Kalemi Kıdemli Kâtibi/Ayırtmanı) ve Hutût-ı Mütenevvia Muallimliği‘ne (Çeşitli Yazı Stilleri Öğretmenliği) atandı.
Bu resmi görevlerine ek olarak, 1914’te yeni açılan Medresetü’l-Hattâtîn‘de (Hattatlar Medresesi) sülüs-nesih hocalığı, 1918’de ise Galatasaray Sultânîsi‘nde rik’a dersleri hocalığı da uhdesine verildi. Ancak Bâbıâli’nin lağvedilmesiyle 1922 yılında Dîvân-ı Hümâyûn’daki görevinden emekliye sevkedildi. Hat Mektebi’ndeki hocalığına ise Harf İnkılâbı’na (1928) kadar devam etti. Yetiştirdiği talebeler arasında en önde geleni, kendisi de büyük bir hattat olan Halim Özyazıcı (1898-1964) idi.
Harf İnkılâbı sonrası hat sanatının öğretimi durdurulunca, eski Hat Mektebi 1929’da Şark Tezyînî Sanatlar Mektebi (Doğu Süsleme Sanatları Okulu) adıyla yeniden açıldı. Ancak bu yeni kurumda başlangıçta hat dersleri verilmediği için Kâmil Akdik buraya müdür olarak atandı. Nihayet 1936 yılında bu okul Türk Tezyînî Sanatları Şubesi adıyla Devlet Güzel Sanatlar Akademisi‘ne bağlanınca, hüsn-i hat öğretimine tekrar izin verildi. Ahmed Kâmil Akdik, burada vefatına kadar sürdüreceği yazı hocalığına başladı ve sanat hayatının en verimli, en olgun dönemini bu akademide geçirdi.
Sanatının takdiri sadece Osmanlı coğrafyasıyla sınırlı kalmadı. Mısır prenslerinden Mehmed Ali Tevfik Paşa tarafından 1933 ve 1940 yıllarında iki kez Mısır’a davet edildi. İlk davetinde, Prensin Nil üzerindeki Ravza adasında yaptırdığı ve İslam sanatının çeşitli dönemlerini yansıtan Menyel Kasrı (Manial Sarayı) içindeki mescidin tüm yazılarını yazdı. İkinci ziyaretinde ise, yine aynı sarayda kurulan hat müzesine konulacak eserleri, dönemin önemli ediplerinden İbnülemin Mahmud Kemal İnal (1870-1957) ile birlikte seçip tasnif etti. Günümüzde müze olarak kullanılan bu sarayda Akdik’in pek çok eseri hala görülebilmektedir.
Disiplinli hayatı, perhizine dikkat etmesi sayesinde uzun ömrünün son yıllarında dahi el titremesi veya görme bozukluğu gibi hattatlar için büyük engel teşkil eden sıkıntıları yaşamadan seçkin eserler vermeye devam etti. Hat tarihindeki kıdemi ve sanatındaki ustalığı nedeniyle, 21 Ağustos 1915 tarihinde kendisine son kez “Reîsü’l-Hattâtîn” unvanı tevcih edildi.
Altmış yılı aşkın sanat hayatında Dîvân-ı Hümâyûn’daki görevi sırasında yazdığı dîvânî, celî-dîvânî ve rik’a hatlarıyla resmi belgelerin (menşur, berat, muahedenâme vb.) yanı sıra, hoca olarak hazırladığı sayısız meşk, sülüs-nesih kıt’alar, murakka’lar (yazı albümleri), hilyeler, levhalar, kitâbeler, bazı Kur’an sure ve cüzleri ve bir adet de tam Mushaf (Kur’an-ı Kerim) yazmıştır.
En sevdiği yazı türleri olan sülüs ve nesih ile birbirinden değerli örnekler bırakmıştır. Celî sülüsle yazdığı abidevi eserler arasında; Fâtih Camii hazîresinde hocası Sâmi Efendi’nin ve eşinin, Ahmed Midhat Efendi’nin kabir kitâbeleri; Maçka Mezarlığı’nda Şeyh Cemâleddin Afgânî’nin kabir kitâbesi; Topkapı Sarayı’nda Seferli Koğuşu ve Akağalar Mescidi’ndeki iki bina kitâbesi sayılabilir. Ayrıca Abdülhak Hâmid Tarhan’ın «Türbe-i Fâtih’i Ziyaret» manzumesini tokça sülüsle levha olarak yazmış, bu levha devrin meşhur müzehhibi Bahaüddin Efendi tarafından tezhiblenip Hâmid’e imzalatıldıktan sonra 1916’da Fâtih Türbesi’ne törenle asılmıştır. Kahire’deki Menyel Kasrı cami ve türbesi ile Mahmud Muhtar Paşa ve Hıdiv İsmail Paşa ailesi türbelerinin celî yazılarını da sipariş üzerine yazmıştır.
Kâmil Akdik, aynı zamanda usta bir hat koleksiyoncusuydu. Eski üstatların eserlerini toplamaya büyük merakı vardı ve bu koleksiyonunu Sâmi Efendi’den sonra “ikinci hoca ve mektep” olarak görürdü. Yâkûtü’l-Musta’sımî’den kendi zamanına kadar yetişmiş büyük hattatların eserlerini içeren bu değerli koleksiyon, vefatından sonra Topkapı Sarayı Müzesi tarafından satın alınmıştır. Koleksiyonda, hocası Sâmi Efendi’nin Yenicami Sebili Kitâbesi’nin kalıpları gibi önemli parçalar da bulunuyordu. İbnülemîn Mahmud Kemâl İnal’ın aktardığı bir hatıra, Akdik’in bu tutkusunu gözler önüne serer: Bir gün Sahaflar Çarşısı’nda Şeyh Hamdullah’a ait bir murakkayı ucuza bulduğunda define bulmuş gibi sevinmiş, kimse görüp de sahafa geri verdirtmesin diye adeta koşarcasına oradan uzaklaşmıştır. İbnülemin’in deyişiyle, “Zâhirde tıflâne olan bu haller, hakikatda mesleğe olan aşkın şâhididir.”
Bu sanata olan aşkı, hayatının son anlarına kadar devam etmiştir. Son zamanlarında hiç dinlenip dinlenmediği sorulduğunda verdiği cevap onun bu tutkusunu özetler: “Evlâdım, bunu bana bizim hanım da söylerdi. Elimden gelse uykumda da yazacağım. Bu yazının âşıkıyım. Azrail, Allah’ın bende olan emânetini almağa geldiği zaman, elimde şu kamış kalemi bulsa, bütün bir fânî ömrün veremediği manevî ve ilâhî zevki tadarım!” Hastalığı sırasında söylediği “Öleceğime gam yemiyorum, lâkin şu yazıyı öğrenemeden gidiyorum!” sözü ise hem onun tevazusunu hem de hizmet ettiği sanatın sonsuzluğunu ömrü boyunca idrak ettiğini gösterir.
İnce yapılı, uzun boylu, beyaz sakallı, koyu elâ gözleriyle düşünerek bakan, mütevazı olduğu kadar kibar ve sevimli bir şahsiyet olarak tarif edilen Ahmed Kâmil Akdik, 24 Temmuz 1941 gecesi Fatih’teki evinde vefat etti ve Eyüp’teki Gümüşsuyu Kabristanı’na defnedildi. Kabir kitâbesi, kendisi de tanınmış bir ressam olan oğlu Şeref Akdik (1899-1972) tarafından yazılmıştır.
Göndermek istediğiniz biyografiyi ve varsa ilgili fotoğrafları, aşağıdaki yöntemlerden biriyle bize ulaştırın:
Biyografi Gönder Sayfası veya haber@haber29.net e-posta adresinden.
Gümüşhane'mizin zengin hafızasını birlikte oluşturalım!